A’RAF 172 / 174 |
وَإِذْ
أَخَذَ
رَبُّكَ مِن
بَنِي آدَمَ
مِن
ظُهُورِهِمْ
ذُرِّيَّتَهُمْ
وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى
أَنفُسِهِمْ
أَلَسْتَ
بِرَبِّكُمْ
قَالُواْ
بَلَى
شَهِدْنَا
أَن
تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
إِنَّا
كُنَّا عَنْ
هَذَا غَافِلِينَ
{172} أَوْ
تَقُولُواْ
إِنَّمَا
أَشْرَكَ آبَاؤُنَا
مِن قَبْلُ
وَكُنَّا
ذُرِّيَّةً
مِّن
بَعْدِهِمْ
أَفَتُهْلِكُنَا
بِمَا
فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
{173} وَكَذَلِكَ
نُفَصِّلُ
الآيَاتِ
وَلَعَلَّهُمْ
يَرْجِعُونَ
{174} |
172.
Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerinl almış ve onları
kendilerine şahid tutup: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" (diye
buyurmuştu). Onlar da: "Evet, şahid olduk" demişlerdi. Kıyamet günü:
"Bizim bundan haberimiz yoktu" demeyesiniz diye.
173.
Yahut: "Daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı. Biz de
onlardan sonra gelen bir kuşaktık. Şimdi o batıla saplananların işledikleri
yüzünden bizi helak mı edeceksin?" demeyesiniz diye.
174.
İşte biz ayetleri böyle açıklarız. Belki dönerler diye.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:
1- Adem Oğullarından Alınan Söz:
2- insan ve Kader:
3- Bu Ayetin Kapsamı Umumi mi, Hususi
mi?
4- Küçükken Ölenlerin Durumu:
5- Adem Oğullarının Zürriyeti:
6- Allah'ın Rububiyetini ikrar:
1- Adem Oğullarından
Alınan Söz:
Yüce Allah'ın:
"Hani Rabbin ... almış" yani sen, onlara daha önce sözü geçen
indirilen kitaplarında yer alan sözleri hatırlatmakla birlikte, Adem
oğullarının zürriyetlerini çıkardığı gün kullardan almış olduğu sözleri de
hatırlat. ..
Bu ayet-i kerime müşkil
bir ayet-i kerimedir. ilim adamları bu ayetin te'vili ve ahkamına dair
açıklamalarda bulunmuşlardır. Biz de bu hususta tesbit edebildiklerimize uygun
olarak onların söylediklerini aktaracağız.
Kimisi şöyle demiştir:
Ayetin anlamı şudur: Yüce Allah, Adem oğullarının biribirlerinden gelecek olan
zürriyetlerini onların sırtlarından çıkartmıştır. Bunlar, "onları
kendilerine şahid tutup, ben sizin Rabbiniz değil miyim" buyruğunun
anlamı, onları yaratmakla kendi tevhidini onlara göstermiştir, derler. Çünkü,
baliğ olan her bir kişi zorunlu olarak kendisinin bir tek Rabbinin olduğunu
bilir.
"Ben sizin Rabbiniz
değil miyim" yani, onlara böyle dedi, demektir. Bu ise, onlara karşı şahid
tutmak ve onların bunu ikrar etmeleri yerine geçmiştir. Yüce Allah gökler ve
yer hakkında onların: "isteyerek itaatle geldik, dediler"(fussilet,
11) buyruğunda olduğu gibi. el-Kaffal bu görüşü benimsemiş ve bu konuda uzun
uzun açıklamalarda bulunmuştur.
Şöyle de açıklanmıştır:
Şanı Yüce Allah bedenleri yaratmadan önce ruhları çıkartmış ve bu ruhlarda
kendisine hitap olunanı bilip öğreneceği marifeti de takdir buyurmuştu.
Derim ki: Peygamber
(s.a.v.)'dan nakledilen hadislerde dile getirilen, bu iki görüşten farklıdır.
Buna göre Yüce Allah, Adem (a.s)'ın sırtından ruhları da içinde olmak üzere
bedenleri çıkartmıştır. Malik'in Muvatta'ındaki rivayetine göre Ömer b.
el-Hattab (r.a)'a şu: "Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini
almış ve onları kendilerine şahid tutup: Ben sizin Rabbiniz değil miyim (diye
buyurmuştu). Onlar da: Evet, şahid olduk demişlerdi. Kıyamet günü: Bizim bundan
haberimiz yoktu demeyesiniz diye" ayeti hakkında soru sorulmuş, Ömer (r.a)
da şöyle demiş: Ben, Rasulullah (s.a.v.)'a bu ayet hakkında soru sorulurken
işittim. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Yüce Allah Adem'i yarattı. Sonra
sağıyla sırtını sıvazladı, ondan bir zürriyet çıkardı ve Ben bunları cennet
için yarattım ve cennetliklerin ameliyle amel edecekler, diye buyurdu. Sonra
bir daha sırtını sıvazladı, ondan bir zürriyet çıkardı ve şöyle buyurdu:
Bunları da cehennem için yarattım ve bunlar da cehennemliklerin ameliyle amel
edecekler." Bir adam kalkıp: O halde amelin faydası nedir? diye sorunca,
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah bir kulu cennet için yarattı mı,
onun cennet ehlinin ameliyle amel etmesini ister. Sonunda o da cennet ehlinin
amellerinden bir amel üzere ölür, Allah da onu cennete koyar. Bir kulu da
cehennem için yarattı mı, onun da cehennem ehlinin ameliyle amel etmesini
ister. Sonunda o da cehennemliklerin amellerinden bir amel üzere ölür. Allah da
onu cehenneme koyar."
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) der ki: Bu, isnadı munkati' bir hadistir. Çünkü Müslim b. Yesar,
Hz. Ömer ile karşılaşmamıştır. Yahya b. Maim onun hakkında şöyle demiştir:
Müslim b. Yesar kim olduğu bilinmeyen bir ravidir. Onunla Ömer (r.a) arasında
Nuaym b. Rabia vardır. Bunu da Nesai zikretmiştir. Nuaym ise, ilim taşıdığı
bilinen bir kimse değildir. Şu kadar var ki, bu hadisin anlamı çerçevesinde
Peygamber (s.a.v.)'dan Ömer b. el-Hattab (r.a), Abdullah b. Mes'ud, Ali b. Ebi
Talib, Ebu Hureyre -Allah onlardan ve diğerlerinden razı olsun- yoluyla gelen
rivayet, pek çok sabit (sağlam) yolla sahih olarak gelmiştir.
Tirmizı sahih olduğunu
belirterek Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Allah Adem'i yaratıp da onun sırtını sıvazlayınca
sırtından kıyamet gününe kadar onun zürriyetinden yaratacağı her bir can
döküldü. Onlardan her birisinin gözleri arasında nurdan bir parlaklık yarattı.
Sonra bunları Adem'e arzetti. Dedi ki: Rabbim bunlar kimlerdir? Yüce Allah,
bunlar zürriyetinden gelecek olanlardır diye buyurdu. Aralarından birisini
gördü, gözleri arasındaki parlaklık hoşuna gitti. Rabbim bu kimdir? diye
sorunca, bu adam, senin zürriyetinden gelecek sonraki ümmetlerden bir adamdır.
Ona Davud denilir diye buyurdu. Hz. Adem: Rabbim ömrünü kaç yıl olarak takdir
buyurdun, diye sorunca; altmış yıl diye buyurdu. Hz. Adem: Rabbim, ona benim
ömrümden kırk yıl artır dedi. Adem (a.s)'ın ömrü sona erince, ona ölüm meleği
geldi. Adem: Henüz benim ömrümden daha kırk yıl kalmadı mı diye sorunca, melek:
Sen bu kırk yılını oğlun Davud'a vermemiş miydin diye sordu. Ancak, Adem böyle
bir şeyi reddetti. Bunun üzerine zürriyetinden gelenler de inkar eder oldular.
Adem'e de unutturuldu, bu sebepten zürriyeti de unutur kılındı. "
Tirmizı'den başkasında
da şöyle denmektedir: İşte o vakit yazıcılar tutulmasını, şahid tutulmasını
emretti.
Bir başka rivayette de
şöyle denmektedir: Adem, aralarında zayıf, zengin, fakir, zelil, müptela ve
sağlıklı kimseler olduğunu görünce, ona dedi ki: Rabbim bu niye böyle, neden
onların arasında eşitlik sağlamadın? Yüce Allah, bana şükredilsin istedim, diye
buyurdu.
Abdullah b. Amr da
Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Tarak ile nasıl
başın saçları alınıyor (taranıyor) ise onlar da (Hz. Adem'in zürriyeti de)
sırtından böylece alındılar." Allah onlara Hz. Süleyman'ın gelişini
bildirerek, diğer karıncaları uyaran karınca gibi akıllar verdi ve onlardan
kendisinin Rableri olduğuna, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmadığına dair
söz aldı. Onlar da bunu ikrar edip kabul ettiler. Yüce Allah kendilerine
Peygamber göndereceğini bildirdi, böylelikle biri diğerine şahidlik etti.
Ubey b. Ka'b der ki:
Onlara karşı yedi semavatı da şahid tuttu. Kıyamet gününe kadar doğacak kim
varsa, mutlaka ondan ahid alınmıştır.
Adem'in sırtından
çıkartıldıkları vakit kendilerinden sözün alındığı yerin neresi olduğu
hususunda dört farklı görüş vardır. İbn Abbas der ki: Burası, Arefe
yakınlarında bir vadi olan Na'man denilen yerin iç tarafıdır. Yine İbn
Abbas'tan bu yerin Hindistan'da bir bölge olan ve Hz. Adem'in yere indiği yer
olan Berahba olduğu da söylenmiştir.
Yahya b. Selam ise der
ki: İbn Abbas bu ayet-i kerime hakkında şöyle demişti: Allah, Adem'i
Hindistan'a indirdi. Sonra sırtını sıvazlayıp ondan kıyamet gününe kadar
yaratacağı her bir canı çıkartıp şöyle buyurdu: "Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?" Onlar da: "Evet, şahid olduk" dediler. Yahya b. elHasen
der ki: Sonra onları tekrar Adem (a.s)'in sulbüne geri iade etti.
el-Kelbi ise, bu ahdin
Mekke ile Taif arasında alındığını söylerken, es-Süddi de şöyle demiştir: Bu
ahid, Adem cennetten dünya semasına indirildiği vakit kendisinden alınmış idi.
Yüce Allah onun sırtını sıvazlamış ve sırtının sağ tarafından inci gibi
parıldayan beyaz bir zürriyet çıkartmıştı. Onlara "rahmetim üzere cennete
giriniz" diye buyurmuştu. Sırtının sol tarafından da siyah bir zürriyet
çıkartmış ve onlara; "siz de ateşe giriniz. Aldırış etmiyorum" diye
buyurmuştu. İbn Cüreyc der ki: Cennet için yaratılmış her bir nefs, beyaz (ak)
çıktı, cehennem için yaratılmış her bir nefs ise siyah çıktı.
2- insan ve Kader:
İbnü'l-Arabi -Allah'ın rahmeti
üzerine olsun- der ki: İnsanlar günah işlememiş oldukları halde azab edilmeleri
nasıl uygun düşer, yahut Yüce Allah yapmalarını irade buyurduğu, haklarında
yazdığı ve kendilerini ona sürüklediği şeyler sebebiyle onları nasıl
cezalandırabilir denilecek olursa, biz de şöyle cevap veririz:
Bunun imkansız olduğu
nereden anlaşılmaktadır. Aklen mi, şer'an mı? Çünkü, rahim ve hakim olan
birimizin böyle bir şeyi yapması mümkün değildir denilse; biz de şöyle deriz:
Çünkü, onun da üstünde ona emir veren bir amir, ona yasak koyan birisi vardır.
Yüce Rabbimiz ise yaptıklarından dolayı sorumlu değildir. Asıl onlar
sorulurlar. Diğer taraftan, yaratıkların yaratıcıya kıyas edilmeleri caiz
değildir. Kullarının fiillerinin mutlak ilahın fiillerine göre yorumlanması da
doğru değildir. Gerçekte bütün fiiller Yüce Allah'ındır. Ve bütün yaratıklar
yalnız O'nundur. O, onları nasıl dilerse öyle yöneltir. Ve aralarında dilediği
şekilde hüküm vermiştir. Adem oğlunu içinde hissettiği bu duyguya iten ise,
fıtratındaki incelik, hemcinsine karşı duyduğu şefkat ile övülmekten ve
methedilmekten hoşlanmasıdır. Zira, bundan dolayı bir takım menfaatler
sağlayacağını umar. Şanı Yüce Allah ise bütün bunlardan mukaddes ve
münezzehtir. O bakımdan bu gibi şeyler kıyas alınarak O'nun hakkında kanaat
belirtmek caiz olamaz.
3- Bu Ayetin Kapsamı
Umumi mi, Hususi mi?
Bu ayet-i kerime
hakkında hususi mi, yoksa umumi mi olduğu noktasında farklı görüşler vardır.
Ayetin has olduğu söylenmiştir. Çünkü Yüce Allah: "Adem oğullarının
sırtlarından" diye buyurmuştur. Böylelikle Hz. Adem'in sulben çocuğu
olanlar bu kapsamın dışına çıkmaktadır.
Yüce Allah'ın:
"Yahut daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı" buyruğu
ile de müşrik ataları olmayan herkes bu kapsamın dışına çıkmaktadır.
Şöyle de denilmiştir:
Ayet-i kerime, peygamberler vasıtasıyla kendilerinden ahid alınmış kimseler
hakkında hastır. Bir başka görüşe göre de; hayır bu ayet-i kerime bütün
insanlar hakkında umumidir. Çünkü, herkes kendisinin önceleri küçük bir çocuk
olduğunu, sonradan gıda ile beslenip büyütüldüğünü, yetiştirildiğini,
kendisinin işlerini düzenleyen ve bir yaratıcısı olduğunu bilir. İşte:
"Onları kendilerine şahid tutup ... " buyruğunun anlamı da budur.
"Evet. ..
demişlerdi" buyruğunun anlamı ise, evet böyle bir şeyonların bir
görevidir; (yani, Allah'ın rububiyetini kabul etmeleri gerekir) demektir.
İnsanlar, şanı Yüce Allah'ın Rabb olduğunu itiraf edip de bunu unutmaları
üzerine, peygamberleriyle onlara bu hususu hatırlattı ve bu hatırlatmayı da son
olarak seçkin kullarının en faziletlisi ile gerçekleştirdi. Böylelikle onlara
karşı delil gereği gibi ortaya konmuş olsun. Son peygamberine de şöyle emir
buyurdu: "O halde sen onlara hatırlat. Sen ancak bir hatırlatıcısın.
üzerlerine musallat bir zorba değilsin." (el-Gaşiye, 21-22)
Daha sonra da ona,
üzerlerine otorite kurma imkanını verdi, ona saltanat bahşetti, yeryüzünde
O'nun dinini hakim kıldı. et-Tartuşı der ki: İnsanlar dünya hayatlarında bu
hususu hatırlamasalar dahi bu ahid insanlar için bağla yıcıdır. Tıpkı hanımını
boşadığına dair tanıklık edildiği halde bunu unutan kimsenin bu talakının o
kimse hakkında geçerli oluşu gibi.
4- Küçükken Ölenlerin
Durumu:
Küçükken ölen, ilk
ahiddeki ikrarı dolayısıyla cennete girer, diyenler bu ayet-i kerimeyi delil
göstermişlerdir. Ancak, akil baliğ olan kimseye bu ilk ahdin bir faydası olmaz.
Bu görüşü benimseyen kimseler, müşriklerin çocukları da cennettedir, derler. Bu
hususta sahih olan görüş de budur. Bununla birlikte konu ile ilgili
rivayetlerin farklılığı dolayısıyla mesele hakkında farklı görüşler ortaya
atılmıştır. Sahih olan da bizim zikrettiğimizdir. İleride bu hususa dair
açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle Rum Süresi'nde (30. ayet, 3. başlıkta)
gelecektir. "et-Tezkire" adlı eserde de ele aldık.
Allah'a hamd olsun.
5- Adem Oğullarının
Zürriyeti:
Yüce Allah'ın:
"Sırtlarından" kelimeSi, Yüce Allah'ın: "Adem oğulları"
buyruğundan bedeliyu'l-İştimal'dir.
Ayetin lafızları
zürriyet almanın Adem oğullarından olmasını gerektirmektedir. Çünkü ayet-i
kerimede lafız itibariyle Hz. Adem'den söz edilmemektedir. Buna göre bu söz
dizisinin açıklaması şöyle olur: Hani Rabbin Adem oğullarının sırtlarından
zürriyetlerini almıştı. Ayet-i kerimede "Adem'in sırtı"ndan söz
edilmeyişi, hepsinin onun evlatları olduğunun ve ahid alındığı gün sırtından
çıkartılmış olduklarının bilinmesinden dolayıdır. O bakımdan "Adem
oğullarından" ifadesi dolayısıyla ayrıca "Adem"den söz etmeye
gerek kalmamıştır.
"Zürriyetlerini"
kelimesini Küfeliler ve İbn Kesir, (zürriyet kelimesini) tekil olarak ve
"te" harfini de üstün olarak okumuşlardır. "Zürriyet"
kelimesi tek kişi hakkında da çoğul hakkında da kullanılabilir. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: "Rabbim bana nezdinden çok temiz bir zürriyet
bağışla. "(Al-i İmran, 38) Burada "zürriyet" kelimesi tekil için
kullanılmıştır. Çünkü o, Yüce Allah'tan kendisine bir çocuk bağışlanmasını
dilemiş, Hz. Yahya'nın doğumu müjdesi kendisine verilmişti. Diğer taraftan
kıraat alimleri Yüce Allah'ın: "Adem'in zürriyetinden ... "(Meryem,
58) buyruğundaki "zürriyet" kelimesini icma ile tekil olarak
okumuşlardır. Halbuki, Adem'in zürriyetinden daha çok zürriyeti olan kimse
yoktur. "Biz de onlardan sonra gelen bir kuşak idik (zürriyet idik)"
(el-A'raf, 173) buyruğundaki "zürriyet" kelimesi ise çoğul için
kullanılmıştır.
Diğerleri ise çoğul
olarak; (...) diye okumuşlardır. Çünkü zürriyet tekil hakkında da
kullanıldığından dolayı tekil için kullanılmayacak bir lafız getirilmiş ve
böylelikle kelimenin herhangi bir şekilde müşterek lafız olmaktan kurtulup
maksat olarak gözetilen manayı katıksız bir şekilde ifade edecek bir lafız
kullanılmıştır ki, bu da "zürriyet" kelimesinin çoğul olarak gelmesi
ile olur. Çünkü Adem oğullarının sırtlarından birbiriyle müntenasip birbirinin
ardı arkasına ve sayılarını Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemediği pek çok
zürriyetler çıkartmıştır. İşte bu özelliği dolayısıyla buradaki
"zürriyet" kelimesini çoğul olarak okumuşlardır.
6- Allah'ın
Rububiyetini ikrar:
el-Bakara Süresi'nde
Yüce Allah'ın: "Evet, kim bir kötülük işler de ... " (el-Bakara, 81)
ayetini açıklarken "Evet" buyruğu ile ilgili yeterli izahlar
verilmişti. Oradaki açıklamalara başvurulabilir.
(...) ile (...)
şekillerinde "Demeyesiniz diye" ile "Yahut ... demeyesiniz
diye" buyruklarını Ebu Amr her iki yerde de (te yerine) "ya" ile
(demesinler diye anlamında) ve böylelikle bu iki fiildeki zamirleri de daha
önce sözü geçen gaip lafzı ile okumuştur. Daha önce sözü edilen lafız ise, Yüce
Allah'ın: "Rabbin Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve
onları kendilerine şahid tutup ... " buyruğudur, Aynı şekilde "onlar
da: Evet ... demişlerdi" buyruğu da gaib lafzı ile gelmişlerdir.
Daha sonra gelen:
"Biz de onlardan sonra gelen bir kuşak (zürriyet) idik" buyruğu da:
"Belki ... diye" buyruğu da bu şekilde zaid olarak gelmiştir. O
bakımdan Ebu Amr, buradaki iki fiili (demek fiillerini) kendilerinden önceki
lafızlara da sonraki lafızlara da uygun olarak gaib lafzıyla okumuştur, Diğerleri
ise bu iki fiili "te" harfi ile (demeyesiniz anlamında) okumuşlardır.
Bunlar da daha önce Yüce Allah'ın: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim"
buyruğundaki hitap lafzına uygun okumuşlardır. Bu durumda "şahid
olduk" ifadesi, meleklerin söylediği bir söz olur, İnsanlar: "Evet"
deyince, melekler de: "şahid olduk ... demeyesiniz diye" ile
"yahut ... demeyesiniz diye" demişlerdi.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bunun anlamı şudur: Adem oğullarının zürriyetleri "evet" demekle Yüce
Allah'ın Rububiyetini ikrar etmiş oldular, Bunun üzerine Yüce Allah meleklere:
Şahid olun diye buyurmuş, melekler de: Biz de sizin Yüce Allah'ın Rububiyetini
ikrar ettiğinize dair şahidlik ediyoruz, demeyesiniz diye", yahut
demeyesiniz diye demişler. Bu açıklama, Mücahid, edDahhak ve es-Süddi'nin
görüşüdür.
İbn Abbas ile Ubey b.
Ka'b da şöyle demişlerdir: "Şahid olduk" buyruğu da Adem oğullarının
sözlerindendir. İfadenin anlamı şöyle olur: Biz, Senin Rabbimiz ve ilahımız
olduğuna şahidlik ediyoruz. Yine İbn Abbas der ki:
Yüce Allah, onların bir
kısmını diğer bir kısmına karşı şahid tuttu. Buna göre; evet, biz birbirimize
karşı şahidlik ettik dediler, demektir.
Eğer "şahid
olduk" ifadesi meleklerin söylediği söz ise, bu durumda; "Evet"
kelimesi üzerinde vakıf yapılır. Şayet Adem oğullarının sözlerinden ise,
üzerinde vakıfyapmak güzel olmaz. Çünkü o takdirde; " ... me ... ";
"Evet"den önce gelen; "Onları kendilerine şahid tutup ... "
buyruğuna tealluk eder ki, "bunu demesinler diye" anlamını verir.
Mücahid, İbn Ömer'den,
Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Rabbin, Adem
oğullarının sırtlarından zürriyetlerini tarağın baştan alınması gibi aldı ve
onlara: Ben sizin Rabbiniz değil miyim diye sordu. Onlar da: Evet (Rabbimizsin)
dediler. Bunun üzerine melekler: Biz de ... demeyesiniz diye şahidlik ettik,
dediler.
Yani, biz ...
demeyesiniz diye size karşı Yüce Allah'ın Rububiyetini ikrar ettiğinize dair
şahidlik ettik demektir. İşte bu açıklama, "demek" fiillerinin
"te" harfi ile (yani muhatap sigasıyla) okunmalarına delil teşkil
etmektedir.
Mekki der ki: Anlamının
doğruluğu dolayısıyla tercih edilen görüş de budur. Çünkü cemaat (büyük
çoğunluk) bu şekilde okumuştur.
Yüce Allah'ın:
"Şahid olduk" buyruğunun, Allah'ın da meleklerin de birlikte
söyledikleri söz olduğu söylenmiştir. Yani, biz sizin Allah'ın rububiyetini
ikrar ettiğinize şahidlik ettik. Bu açıklamayı Ebu Malik yapmıştır. Ayrıca
es-Süddi'den de rivayet edilmiştir. "Biz de onlardan sonra gelen bir
kuşaktık" yani, onlara uyduk demektir. "Şimdi o batıla sapanların
işledikleri yüzünden bizi helak mı edeceksin" ifadesi ise, sen böyle
yapmamalısın demek isteyeceklerdir, demektir. Şu kadar var ki, tevhid hususunda
mukallid'in ileri sürebileceği bir mazereti olmaz.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN